Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 86. yılına giriyoruz. Bu geçen 86 yılda onun en büyük eseri ve Türk milletinin sahip çıkması gereken en büyük mirslardan olan Türkiye Cumhuriyeti ise 101. yılına girdi. Birçok badireler atlattı; devrimler, sürgünler, isyanlar, antlaşmalar, seçimler, çoklu siyasi parti denemeleri, ihtilaller, kalkışmalar, iç karışıklıklar, istikrarsızlıklar, baskılar, karşı devrim girişimleri, açılımlar… Ve bu kadar kısa sürede bu badireleri atlatan bir ülke yıkılmadıysa, her şeye rağmen o ülkenin kolonları o ülkeyi sağlam bir şekilde bir bina misali dimdik tutuyorsa o binanın temelleri sağlam demektir. Bu temeller kuruluşta atılan temellerdir. Sonuçta bir binanın temeli kat çıkınca atılmaz, en başında atmak gerekir.
Atılan temellerin aşamasını çok kısa bir özetle Atatürk'ün katıldığı son CHP kurultayı olan 4. Kurultay’da 9 Mayıs 1935 tarihinde yapmıştır: “Uçurum kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş... Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler... İşte Türk genel devriminin bir kısa diyemi...”[1] Bu özet temelleri çok güzel açıklamaktadır.
Peki bugün Atatürk’ün mirasına sahip çıkabiliyor muyuz? Atatürk’ü her 10 Kasım’da andığımız gibi anlayabiliyor muyuz? Onun bize bıraktığı mirasa sahip çıkabiliyor muyuz? Bugün Atatürk beklemek yerine onu anlayarak, çabalayarak, çalışarak her birimiz birer Atatürk olmaya çalışıyor muyuz? Halbuki kendisi diyor; "Türk; öğün, çalış, güven."
Bugün geldiğimiz noktada maalesef ki anmakla yetinip anlamaya çalışmıyoruz. Bu da yeterli kalmıyor ki bugün bu noktaya geliyoruz. Dünyanın her yerindeki insanlara ilham, kahraman, önder olan bir insana kendi ülkesinde karşı devrimciliğe girişiliyor. Heykellerine saldırı oluyor, isimleri binalardan, statlardan, yerleşkelerden kaldırılıyor. Mustafa Kemal’in askerleriyiz demek kusur olup, Atatürk’ün ordusunda O’nun resmini göğsüne takmayanlara tepki gösteren teğmenler kusurlu bulunup ihraç ediliyor ve katliamcı, soykırımcı, din düşmanı oluyor. Peki biz ne yapıyoruz? Ortadoğu’daki bu kaosu birebir topraklarımızda yaşamama sebebimiz olan laikliğe sahip çıkıyor muyuz yahut yine bizi bu kaostan koruyan milli devletimizi koruyor muyuz? Her 10 Kasım’da onu anarak vicdanımızı mı rahatlatıyoruz? Örneğin, uğruna hasta bir şekilde kendini feda ettiği Hatay depremden sonra ne durumda ya da milli egemenliğimizi armağan ettiği çocuklara ülkemizde ne oluyor? Onun devrimlerine topyekün savaş açanları siyasi rant uğruna yanında tutarak ya da bu olanlara tepki göstermeyerek mi Atatürk anmaya ve anlamaya çalışılacak?
תגובות